Bugün siz okurlarımızı 1870'ler New York atmosferine götürüyoruz. Edith Wharton'ın 1920'de kaleme aldığı Masumiyet Çağı (The Age of Innocence), Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Roman, 19. yüzyıl sonlarında New York'un üst sınıf toplumunun tutucu ve katı normlarına karşı bireylerin özgürlüğünü sorgulayan etkileyici bir hikâyeyi sunuyor.
Romanın detaylarına geçmeden önce aramızda Edith Wharton'ın Masumiyet Çağı'nı okuyanlar varsa aşağıdaki yorumlar bölümüne kitaba dair görüşlerinizi bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız!
Masumiyet Çağı Romanının Konusu
Masumiyet Çağı'nın konusu: Masumiyet Çağı, özellikle 1870'ler New York sosyetesini merkezine alır. Romanın baş kahramanı Newland Archer, geleneklere ve sosyal beklentilere uygun olarak nişanlandığı May Welland ile evlenmek üzeredir. Ancak, May Welland'ın kuzeni Ellen Olenska'nın Avrupa'dan New York'a geri dönüşü ve özgür ruhuyla toplum normlarına karşı duran tavrı, Archer'ın yaşamını kökten değiştirir. Ellen, Archer için yasaklanmış bir meyve gibidir; toplumsal normların dışında bir hayatı temsil eder ve bu, Archer'ın içinde saklı kalmış arzuları açığa çıkarır.
Dipnot: Şimdiden romanı okuyacak okurlarımıza bir uyarıda bulunmak isteriz. Romanın konusu çok akıcı gelse de okuduğunuz zaman biraz zorlanabilirsiniz. Çünkü romanda birçok karakter var ve bu karakterler 1870'li yılların New York sosyetesini detaylı anlattığı için bir nevi Rus edebiyatı okuyormuşçasına karakterleri aklınızda tutmakta zorlanabilirsiniz. Ama romanın asıl konusunu Newland Archer, May Welland ve Ellen Olenska arasında geçiyor. Şimdiden keyifli okumalar dileriz.
Yazar Wharton, sosyetenin ahlaki değerlerinin ve kurallarının bireyler üzerindeki baskısını oldukça incelikli bir şekilde tasvir eder. Wharton'ın kendisi de bu dünyada yetişmiş, ancak sonrasında bu normlara eleştirel bir gözle bakmayı öğrenmiş bir yazardır. Roman boyunca bu katı sosyal yapının, bireysel özgürlükler üzerindeki kısıtlayıcı etkisini, Archer'ın içsel çatışmaları aracılığıyla güçlü bir biçimde yansıtır. Toplumun kuralları, karakterlerin hayatlarını bir kafes gibi sararken, karakterler de bu kafesin dışına çıkmaya cesaret edemezler.
Masumiyetin Ardındaki Gerçeklik!
Romanın başlığı, toplumsal normların "masumiyet" kelimesi altında nasıl bireylerin arzularını bastırdığını ve onları kalıplara soktuğunu simgeler. Bu toplumsal düzen, ahlaki ve masum görünse de bireyin gerçek duyguları ve arzularıyla yüzleşmesine izin vermez. Wharton, özellikle Archer karakteri üzerinden, bu masumiyetin yanıltıcı olduğunu ve aslında bireylerin içsel yaşamlarına derin bir yabancılaşmaya neden olduğunu vurgular.
Romanın başkarakterlerinden olan Ellen Olenska, bu toplumsal yapının dışında kalan bir figürdür. Avrupa'dan boşanmış bir kadın olarak döner ve sosyetenin baskılarına boyun eğmeyi reddeder. Ellen'ın karakter yapısı Archer için bir özgürlük umudu olsa da yazar Wharton, Archer'ın cesaretinin bu umudu gerçekleştirmekte yetersiz kaldığını gösterir. Toplumun normları o kadar güçlüdür ki bireyler arzularına rağmen bu normları aşmakta başarısız olur.
Roman, New York'un hızla modernleştiği, ancak eski aristokratik değerlerin hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürdüğü bir dönemde geçer. Wharton, bu dönemi sadece bireysel ilişkiler üzerinden değil, toplumsal yapının genel dönüşümü üzerinden de tartışır. Roman, eski ile yeni arasında sıkışmış bir toplumun portresini çizer. Bu durum karakterlere de yansımıştır. Örneğin Archer karakteri eski aristokratik değerleriyle yaşamını şekillendirmeyi istemeden devam ettirmesi buna örnektir. Öte yandan Ellen Olenska ise, modern dünyanın temsilcisi olarak bu çatışmanın merkezinde yer alır. Ancak, Archer'ın içsel ikilemleri ve topluma olan bağlılığı, onu gerçek bir değişimden alıkoyar. Bu iki karakter aracılığıyla yazar bize gelenek ve modern çatışmasını gözler önüne serer.
Peki siz Edith Wharton'ın Pulitzer Ödülü alan romanı Masumiyet Çağı'nı okumuş muydunuz? Okuduysanız roman hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım!
Hepimiz katlanmış kâğıt bebekler kadar birbirimize benziyoruz. Duvara çizilen şablon desenler gibiyiz.
Gerçek yalnızlık, insanın yalnızca taklit yapmasını isteyen bütün bu insanların arasında yaşamasıdır.
Kadınlar özgür olmalı. En az bizimki kadar...
Birbirlerine bağlı insanların uzun yıllar birlikte yaşamış olmanın da getirdiği bir şeydi sözcük dağarcıklarının dahi aynı olması.
Sanki sözcükleri nadir bir kelebekti ve en ufak bir hareketle ürkek kanatlarıyla uçup gidecek; rahatsız edilmediğinde ise çevresine o kelebeklerden toplanacaktı.
okudum yazar da roman da iyi :)
YanıtlaSil