11 Kasım 2024 Pazartesi

Pist-On Serisinin İlk Kitabı Bitiş Çizgisi Çıkıyor!

Kasım 11, 2024 5

Sena Nur Işık geçtiğimiz aylarda okuyucularını soğuk ve büyülü bir dünyanın derinliklerine sürükleyen Buz Krallığı adlı etkileyici romanını okurlarıyla buluşturmuştu. Şimdi de Sena Nur Işık, bir kısmını ilk dijitalde yayınladığı roman, seri halinde kitap olacak! Serinin ilk kitabı "Bitiş Çizgisi" ile okurlara yepyeni bir macera geliyor.

Pist-On Serisi Kitap Oluyor!

Bitiş Çizgisi, Pist-On serisinin ilk kitabı olarak, heyecan dolu bir başlangıç yapacak. Yazar Sena Nur Işık yeni roman serisini okurlarıyla paylaşırken: "BEN BİR ŞEY YAPTIM! Pist-On serisi kitap oluyooor! Andre ve Nora'nın hikâyesini artık ellerimizde tutabileceğiz! Harika bir seri geliyoor, serinin ilk kitabının ismini duymak için heyecanlı mısınız?" Pist-On serisinin ilk kitabı Bitiş Çizgisi'nin kapak tasarımları okurlarla paylaşıldı. Çok yakın bir zamanda da serinin ilk kitabı satışa sunulacak.

Pist-On 1: Bitiş Çizgisi'nin konusu ise şöyle:

1) İki düşman aile: Chapman ve Miller.
2) İki düşman âşık: Nora ve Andre.

Bir süredir hayranı olduğu yeni tasarım araba motorunu rakip şirketin kapısında gördüğünde hiç çekinmeden rüyalarını süsleyen aracı inceleyen Nora Chapman, bir akşam arabanın sahibi Andre Miller'ı karşısında bulur. Nora, tüm dünyada spor arabaların tanrısı lakabıyla bilinen Miller şirketinin vârisi Andre kendisine akşam yemeği teklif ettiğinde onu alaya alacak kadar akıllıdır çünkü Millerlar babasının en büyük düşmanıdır. Kafasına koyduğu her şeyi yapan Andre Miller, onu reddeden kadının sıklıkla araba yarışlarına katıldığı Pist-On yarış pistine giderek Nora'ya kendi arabasına binmesi için meydan okur. Nora meydan okumayı kabul edip sağ koltuğa oturduğunda Andre, kazanmak zorunda olduğunu bilir.

Nora, babasının övgüsünü kazanmak ve şirketin en üst katlarına terfi etmek için Andre'yi oyuna getirdiğinde iki düşman ailenin çocukları arasında bir savaş başlar. İntikam ateşiyle tutuşan Nora ve Andre, bu ateşin ikisini de yaktıktan sonra küllerinden bir aşk doğuracağından habersizlerdir.

Pist-On 1: Bitiş Çizgisi ciltli ve karton kapak seçenekleriyle satışa sunulacak. Ayrıca her kitapta özel olarak tasarlanmış poster ve ayraç da bulunacak. Serinin ilk kitabı Bitiş Çizgisi'nin sayfa sayısı 400. Yani bizi uzun soluklu bir hikaye bekliyor. Yetişkin romantik türünü seviyor ve düşmandan aşka dönüşen hikayeleri okumaya bayılıyorsanız Bitiş Çizgisi'ni okuma listenize ekleyin.

Sena Nur Işık'ın yeni serisi Pist-On, kitap olarak yayınlanmasıyla yeni bir döneme giriyor. Bitiş Çizgisi ile başlayan bu macera kitapseverlerin büyük ilgisini çekeceğe benziyor. Eğer siz de yetişkin romantik türünden romanlar okumayı seviyorsanız, bu kitabı mutlaka okumalısınız.

Peki siz Sena Nur Işık'ın yeni serisi hakkında neler düşünüyorsunuz? Pist-On Serisinden beklentileriniz neler? Daha önce Sena Nur Işık'ın herhangi bir kitabını okumuş muydunuz? Yorumlarda buluşalım!

10 Kasım 2024 Pazar

Koleksiyoncu | John Fowles

Kasım 10, 2024 1
Koleksiyoncu, yazar John Fowles'in birçok yayınevinin reddettiği ama yayımlandığında bugünkü ününü kazandıran romanı. Eğer gerilimi iliklerinize kadar hissettirebilecek bir roman arıyorsanız Koleksiyoncu tam da aradığınız kitap!

İlk kez 1963 yılında yayımlanan bu eser, edebiyat dünyasında güçlü bir yer edinmiş ve Fowles'in yazarlık kariyerini de şekillendirmiştir.

Detaylara geçmeden önce aramızda daha önce John Fowles'in Koleksiyoncu romanını okuyanlar varsa kitaba dair görüşlerinizi aşağıdaki yorumlar bölümünden bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız.

Koleksiyoncu Romanının Konusu

Roman, iki ana karakterin psikolojisi üzerinden şekillenir: Toplumdan kendini soyutlamış, asosyal bir kelebek koleksiyoncusu olan Frederick Clegg ve sanata tutkuyla bağlı, özgür ruhlu genç bir sanat öğrencisi olan Miranda Grey.

Frederick, Miranda'ya karşı sağlıksız bir hayranlık besler ve zamanla bu saplantısı onu akıl almaz bir plana sürükler. Onu kaçırır ve bir malikanenin mahzeninde tutsak eder. Kitap, Frederick'in saplantılı arzuları ve Miranda'nın hayatta kalma mücadelesi arasında geçen psikolojik bir savaşın öyküsünü anlatır.

Koleksiyoncu romanında yazar Fowles, iki anlatıcı kullanarak okuyucusunu olayların iki farklı bakış açısını sunar. İlk bölümde Frederick'in soğukkanlı bakış açısıyla olaylara tanık olurken, ikinci bölümde Miranda'nın daha duygusal ve bilinçli perspektifinden onun hislerine şahit oluruz. Frederick'in saplantılı kontrolcülüğü ve Miranda'nın içsel özgürlük arayışı, karakterler arasında çarpıcı bir tezat oluşturur. Bu anlatım tarzı, okura Frederick'in iç dünyasının karanlık derinliklerine ve Miranda'nın direniş ruhuna bir pencere açar. Her iki karakterin kendine özgü sesleri, kitabın psikolojik derinliğini daha da güçlendirir.

Dipnot: Özellikle de bu bölümleri okurken iki karakter açısından karşılaştırma yaparken olayları farklı bir bakış açısıyla görmenizi sağlıyor. Frederick'ın bakış açısını okurken tırsmamak elde değil. Yazar karakteri o kadar iyi kurgulamış ki gerilimi iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Frederick'ın hastalıklı ruh değişimine de şahit oluyorsunuz. Bu değişimi görebileceğiniz en iyi bölüm de Miranda'nın bakış açısının yer aldığı kısımlar.

Ayrıca bu romanı okumamıza vesile olan ve YouTube kanalındaki kitap önerileriyle okuma listemize binlerce kitap ekleyen Sude Baran'a teşekkür ederiz. Koleksiyoncu romanını "Abartılmayı Hak Eden Kitaplar #1" videosuyla keşfetmiştik. Eğer farklı türden kitaplar keşfetmek isterseniz Sude'nin YouTube kanalını mutlaka ziyaret edin. Keşfetmek isteyenler için "buraya" link bırakıyoruz.

Saplantı ve Güç İlişkisi Üzerine Bir İnceleme

Roman, yalnızca bir kaçırılma hikayesi olmaktan öteye geçerek güç dinamiklerini, insan doğasındaki karanlık saplantıları ve bireysel özgürlükle kontrol arasındaki çatışmayı da sorguluyor. Frederick'in Miranda'ya olan saplantısı, sıradan bir hayranlık olmaktan çıkıp baskı ve kontrole dayalı hasta bir güce dönüşmesi. Bu durum, okuyucuyu saplantının nerede bitip, insan haklarının ve özgürlüğün nerede başladığı üzerine düşündürüyor.

Ayrıca romanda dikkat çekici bir metafor bulunuyor. Bu da kapak fotoğrafında da yer aldığı gibi bir kelebek. Frederick, tıpkı kelebekleri yakalayıp sergilediği gibi Miranda'yı da "sahip olunacak" bir nesne olarak görüyor. Bu saplantılı sahip olma arzusu, modern toplumda bireylerin kişisel arzularını tatmin etme adına başkalarını nasıl araçsallaştırdığına yönelik güçlü bir eleştiri niteliğindedir.

Romanı okuduktan sonra 1965 yılı yapımlı romandan uyarlanan "Korkunç Koleksiyoncu" filmini de izlemenizi tavsiye ederiz. Frederick karakterini Terence Stamp canlandırırken Miranda Grey karakterini de Samantha Eggar canlandırıyor. Bir kitap bir roman tadında iki farklı sanat dalında romanı değerlendirebilirsiniz. Şimdiden keyifli izlemeler dileriz.

Kitap, yayımlandığı tarihten itibaren psikolojik gerilim türünün mihenk taşlarından biri haline gelmiştir ve hala birçok eleştirmen ve okur tarafından incelenmeye değer bir eser olarak görülmektedir. Saplantı, özgürlük, kontrol ve güç ilişkisini keşfetmek isteyen her okur için Koleksiyoncu romanı kaçırılmaması gereken bir başyapıt niteliğinde. Eğer psikolojik gerilim türünden hoşlanıyorsanız, Koleksiyoncu sizlere gerilim dolu, derin bir okuma deneyimi vaat ediyor.

Peki siz John Fowles'in Koleksiyoncu romanını okumuş muydunuz? Okuduysanız romanla ilgili düşünceleriniz neler? Yorumlarda buluşalım!

Kanatlarım cama çarpıyor. Dışarıyı görebildiğim için hâlâ kalabileceğimi sanıyorum. Umut besliyorum. Ama hepsi bir yanılsama...


... Ama birbirine zincirlenmiş yazgılar. Geminin batmasından sonra birlikte bir sala tutunmuş, ıssız bir adaya düşmüş gibi. Hiçbir şekilde beraber olmak istemeyerek. Ama beraber...


Hiroşima'nın yıkıntıları arasında buldukları küçük Japon kız gibi. Her şey ölmüştü; o ise oyuncak bebeğine şarkı söylüyordu.


Öğretmenler bize o kadar çok eski fikirler, eski görüşler, eski yöntemler yüklüyorlar ki... Minicik filizlerin üzerine kat kat eski toprak atmak gibi; altından taze, yeşil bitkilerin böylesine az çıkmasına şaşmamak gerek.


Onun gözünde ne olduğumun bilincindeyim. Yakalamayı hep arzu ettiği bir kelebek!


Yaptığınız şeyler, daha önce yaptıklarınızı belirsizleştirir.


Onların dışındaki kimsenin asla haberi olmadı.



30 Ekim 2024 Çarşamba

41. Uluslararası İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı Başlıyor!

Ekim 30, 2024 2





Her yıl olduğu gibi bu yıl da kitap tutkunları için önemli bir etkinlik kapılarını açıyor: 41. Uluslararası İstanbul Tüyap Kitap Fuarı. 2-10 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan 41. Uluslararası İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı edebiyatın, kültürün ve sanatın bir araya geldiği muhteşem bir etkinlik olacak.

Bu yıl 41. düzenlenecek İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı, kültür ve edebiyatseverler için büyük bir buluşma noktası olmaya hazırlanıyor. Bu yılki fuar yeni yayınlanan kitapları keşfetmek, sevilen yazarlarla tanışmak ve edebiyat dünyasının güncel gelişmelerini takip etmek isteyen herkes için kaçırılmayacak bir etkinlik olacak.

Fuarda çeşitli etkinlikler, söyleşiler, imza günleri ve kültür-sanat etkinlikleriyle dolu zengin bir program sunulacak. Fuarın tarihsel gelişimi, amacı ve katılımcılarının yanı sıra etkinlik programı ve yayınevleriyle yazarlar arasında gerçekleşecek söyleşiler de fuarın zengin içeriğini oluşturacak.

Yerli - Yabancı Birçok Yazar, Yayınevi ve Sanatçı Bir Araya Geliyor!

İstanbu Kitap Fuarının web sayfasında yer alan ve fuara katılacak yazarları paylaştı. Ülkemizin sevilen kalemleri 41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nda yer alacak. İlber Ortaylı, Celal Şengör, Acar Baltaş, Altan Öymen, Beyza Alkoç, Aslı Arslan, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin, Emrah Safa Gürkan, Eray Hacıosmanoğlu, Latife Tekin, Murat Gülsoy, Nevzat Tarhan, Canan Karatay, Selçuk Şirin, Ercan Kesal, Çağan Irmak ve çok daha fazlası 2024 İstanbul Kitap Fuarı'nda okurseverlerle buluşacak.

Fuarın bu yılki önemli konukları arasında, Türkiye'de milyonlarca okuyucuya ulaşmış olan Vladimir Tumanov yer alıyor. Ayrıca, resimli kitaplarıyla birçok ödül kazanmış ve dünya çapında tanınan yazar ve illüstratör Benji Davies, Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü sahibi Dimitris Sotakis, "1980'lerde doğmuş en iyi yirmi Latin Amerikalı yazar" arasında gösterilen ve Ulusal Edebiyat Ödülü'nü kazanan Carlos Fonseca ile Olasılıksız ve Empati adlı çok satan romanlarıyla geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan Amerikalı yazar Adam Fawer de fuarda yerini alacak yabancı yazarlardan.

41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Sizleri Bekliyor!

Siz okurlarımıza özel fuarla ilgili önemli detayları sırasıyla derlemek istedik. Aşağıdaki bilgiler resmi İstanbul Kitap Fuarı'nın web sayfasından ve sosyal medya hesaplarından paylaşılan gönderilerden derlenmiştir. Siz de fuara gitmeden önce aşağıda sıraladığımız önemli bilgileri gözden geçirebilirsiniz.

41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Ne Zaman ve Nerede?

41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 2-10 Kasım tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde düzenlenecek. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nin adres bilgisi şu şekildedir:

Cumhuriyet Mahallesi, Hadımköy Yolu Caddesi, No:9 D:1, 34500 Büyükçekmece/İstanbul

41. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nın Ziyaret Saatleri

İstanbul Kitap Fuarı, hafta içi 10.00-19.00 saatleri arasında, hafta sonu ise 10.00-20.00 saatleri arasında ziyarete açık olacaktır. Kitap fuarının son gün olan 10 Kasım 2024 Pazar akşamı ise fuar saat 19.00'a kadar ziyaretçilerine açık olacaktır.

İstanbul Kitap Fuarı'na Girişler Ücretli mi?

İstanbul Kitap Fuarının girişleri ücretlidir. Bundan dolayı önceden Tüyap Kitap Fuarı biletlerini İstanbul Kitap Fuarı online bilet satışının yapıldığı sayfasından ya da fuara girişte bankolardan satın alabilirsiniz. Ancak hatırlatmak isteriz ki girişler öğrenci, öğretmen, çocuk, emekli ve engelliler için ücretsiz olacaktır.

Uluslararası İstanbul Tüyap Kitap Fuarı, edebiyat tutkunlarının, yazarların ve yayınevlerinin bir araya geldiği önemli bir etkinlik olarak karşımıza çıkıyor. Bu fuar, yeni kitaplarla tanışmak, yazarlarla birebir sohbet etmek ve edebiyat dünyasına dair ilham almak için mükemmel bir fırsat. Kitapların büyülü dünyasına adım atmak için siz de bu yıl 41. düzenlenen İstanbul Tüyap Kitap Fuarı'na katılmayı unutmayın!

Peki sizler neler düşünüyorsunuz? İstanbul TÜYAP Kitap Fuarına önceden hiç katılmış mıydınız? 41. Uluslararası İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı'na katılmayı düşünüyor musunuz? Sizce kitap fuarları ülkemizde daha da yaygınlaşmalı mı? Yorumlarınızı dört gözle bekliyoruz!

28 Ekim 2024 Pazartesi

Sezin Karameşe'nin Yeni Romanı: Yıldıza Dokunmak

Ekim 28, 2024 1

Sezin Karameşe, yeni romanı "Yıldıza Dokunmak" ile okuyucuların karşısında. Karameşe, bu yeni eserinde aşk, kayboluş, ve içsel yolculuk temalarını etkileyici bir dille ele alıyor. Romanda, kendine has tarzını bir kez daha sergileyerek, okuyucuyu derin bir duygu yolculuğuna çıkarıyor.

Otuz Yedi ve On Dün Önceki Kız romanlarının ardından Karameşe'nin üçüncü romanı Yıldıza Dokunmak okurlarla buluşuyor. Romanlarıyla büyük bir yankı uyandıran Sezin Karameşe, yeni romanıyla da göze çarpıyor!

Yıldıza Dokunmak Romanının Konusu

Yıldıza Dokunmak romanının arka kapak bilgisi şu şekilde:

Bir sabah hafızanızda büyük bir boşlukla uyandığınızı hayal edin...

Ece için hayat artık geri dönülmez bir yolculuğa dönüşmüştür. Onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Anımsadığı tek şey annesidir. Anıları silinmiş, annesinin izleri sonsuz karanlıkta kaybolmuştur. Ece, annesinin izini sürerken kendini zamanın gölgeli geçitlerinde ve karanlık sırlarla dolu bir kaçışın içinde bulur. Bu süre içerisinde tek güvendiği ve destekçisi olan sevgilisi Çağatay'dır. Giderek büyüyen sırrın derinliklerinde ikisi birden kaybolmak üzeredir. Gerçekliğin ve yaşamın sınırlarında yaşanan bu yolculukta aşk ve tehlike iç içedir.

Sezin Karameşe yeni romanı Yıldıza Dokunmak ile okuru, kayıp anılarla imkânsız seçimlerin yer aldığı ve aşkın sınandığı bir serüvene davet ediyor. Hayal ve gerçek, yin-yang misali bir bütünlüğe kavuşuyor.

Karameşe biz okurlara soruyor: Geçmişin Gölgelerinden Kaçmak Mümkün Müydü? Gerçek Dün Müydü, Bugün Müydü?

"Bir Romantik Bilim Kurgu Draması..."

Sezin Karameşe, YouTube kanalında yeni romanı Yıldıza Dokunmak ile ilgili okurlarına bir video paylaştı. Sezin Karameşe videosunda yeni romanı hakkında şunları dile getirdi:

"Yıldıza dokunmak baştan sona bir aşkla ve bir bağla alakalı bir hikaye. Yani iki insanın birbirine nasıl böylesine bağlı olabileceğini ve o bağa için insanların neler yapabileceğini anlattığım bir hikaye oldu. İlk defa bu kadar aşk konulu bir kurgu yazıyorum. Ben bitirdikten sonra beni en çok etkileyen hikayem oldu. Çünkü çok uzun süre bunun üzerine çok düşündüm. Kendim yazmama rağmen etkisinden çok uzun süre çıkamadım. Hatta ve hatta daha önce hiç yaşamadığım bir şey, rüyalarıma girdi yazdığım şey."

"İki insanın arasındaki bağı okuyacağınızı söyledim. Aynı zamanda bu iki insanın bağının nasıl oluştuğunu da adım adım görme fırsatınız oluyor. Biliyorsunuz ben kitaplarımda zaman geçişleri yapmayı çok seviyorum. O yüzden kitabın %50' si lise kurgusu içeriyor ve ben ilk defa lise kurgusu da yazdım. Lise dönemlerinden tanışan iki kişinin şu anki okuyacağınız döneme kadar yaşadıklarını gözlemleme fırsatınız olacak."

Ayrıca Sezin Karameşe, romanın iki başkarakteri, hakkında da: "Ece Özateş ve Çağatay Kalaycı'nın hikayesini okuyacaksınız. Çok güzel bir hikaye, yani ben onları o kadar seviyorum ki bunu nasıl açıklayacağım gerçekten bilmiyorum. Çağatay Kalaycı'yla tanışmanız için çok sabırsızlanıyorum. Kalbime dokunan bir hikaye oldu. Umuyorum ki sizin için de aynısı olacak. İki kitabımdan bir tık dediğim gibi farklı olduğu için de düşüneceğiniz de çok merak ediyorum."

Ayrıca Yıldıza Dokunmak romanına özel bir şarkı da paylaşıldı. Sanatçı Naits'in "touching the star" romanının da adını taşıyan bir şarkı yayınladı. Siz okurlara önerimiz, romanı şarkıyla birlikte okumanız. Böylelikle romanı okurken hoş bir ambiyans yaratabilirsiniz.

Yıldıza Dokunmak, Ephesus Yayınları tarafından bizlerle buluşacak. Roman 352 sayfadan oluşuyor. Şimdiden Ece ve Çağatay'ın hikayelerini okumak için sabırsızlanıyoruz!

Romanı okurken "touching the star" şarkısını dinlemek için: TIKLA!

Peki siz Sezin Karameşe'nin yeni romanı Yıldıza Dokunmak ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Karameşe'nin Otuz Yedi ve On Dün Önceki Kız romanlarını okumuş muydunuz? Yorumlarda buluşalım!

20 Ekim 2024 Pazar

Otomatik Portakal | Anthony Burgess

Ekim 20, 2024 1
Distopik bir yaşam biçimini konu edinen, dünya klasikleri arasında en çok okunan kitaplarından birisi olan Otomatik Portakal'ı sizlerle birlikte inceleyeceğiz. Karabasan misali bir gelecek atmosferi sunan Otomatik Portakal (A Clockwork Orange), yazar Anthony Burgess'ın romandaki antikahramanı için yeni bir dil yaratıyor: Yakın geleceğin argosu "nadsat"ı.

Romanın konusu kadar yazar Anthony Burgess'ın da ilginç bir hikayesi var. Yazara konulan yanlış teşhis sonucunda hayatının geri kalanında karısının geçimini sağlaması amacıyla romanlar yazmaya başlar. Ta ki bu teşhisin yanlış olduğunu öğrenene kadar... O bir yıl içerisinde yazdığı romanlardan birisi olan Otomatik Portakal'la artık ünlü bir yazar olmuştur.

Romanın detaylarına geçmeden önce aramızda daha önce Anthony Burgess'ın eseri Otomatik Portakal'ı okuyanlar varsa aşağıdaki yorumlar bölümünden kitaba dair görüşlerinizi bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız.

Otomatik Portakal Romanının Konusu

Otomatik Portakal, insan doğasının karanlık yönlerini irdeleyen bir eser olarak öne çıkıyor. Romanın başkahramanı Alex, çete arkadaşları ile birlikte sokaklarda şiddet dolu suçlar işlerken, özgür iradesinin peşinde koşar. Burgess, insanın doğuştan sahip olduğu özgür irade ile toplumun bu özgürlüğü kısıtlama çabası arasında bir çatışma yaratır.

Romanın en önemli temalarından biri, şiddet ve onun toplum üzerindeki etkisidir. Alex'in karakteri, gençlerin şiddete yatkınlığını ve bunun arkasındaki nedenleri sorgularken, okuyucuya insanın doğasının karanlık tarafını da gösterir. Burgess, Alex'in toplumdan dışlanması ve rehabilitasyon sürecini ele alarak, bireyin kendini bulma çabasını ve buna karşı toplumun sert tepkisini inceler.

Romanın adıyla da ilgili açıklama yapan Burgess şunları dile getiriyor: Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. "Uqueer as as clockwork orange". Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya'da "canlı" anlamına gelen "orang" sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm...

Roman bireyin toplum içindeki yerini sorgularken, aynı zamanda modern toplumun birey üzerindeki etkisini de eleştirmektedir. Yazar Burgess, bir bireyin kendi iradesiyle nasıl bir yıkım yaratabileceğini gösterirken, aynı zamanda toplumun bu durumu nasıl yönetmeye çalıştığını gözler önüne sermektedir.

Toplumsal Bir Eleştiri!

Romanı okurken fark edebileceğiniz gibi birçok toplumsal eleştiri mevcuttur. İlk olarak Alex ve çetesinin toplumda istedikleri her şeyi yapması ve bundan sorumlu olmamasıdır. Romanın birinci bölümü başlangıç noktası olan ve çetenin her akşam toplandığı Sütbar'da takılıp sokaklarda "av" bulma arayışına geçmeleridir. Şehirde istedikleri her şeyi yapabiliyorlarken toplum bu çeteye hiçbir şey söylemiyor. İşte Burgess'in ilk eleştirisi de bu: Toplumun sağır ve dilsiz olması.

Ardından Alex ve çetesinin kütüphaneden çıkan bir adamı "öğretmen" olduğunu düşünmeleri ve onu da diğerleri gibi şiddete maruz bırakmaları. Adamın elinden kitaplarını alıp parçalamaları bir nevi eğitime karşı yapılan saldırıların bir eleştirisi. Romanı okurken en çok etkilendiğimiz detaylardan birisi Alex ve çetesinin yaşadığı sokak ve caddelerin adlarıydı. "Umutsuzluk Caddesi" ya da  "Tükeniş Sokağı" gibi isimler romanda dikkat çeken detaylardı.

Otomatik Portakal'ı okuyup anlamak bir tık zor. Çünkü romanın antikahramanı Alex'i okudukça hem ondan hem de çetesinden nefret edeceksiniz. Yaptıkları iğrenç şeyler, kanunun olmaması ve her yaptıklarını haklı görmeleri sinirlerinizi gerecek cinsten. Romanın kırılma anı ise çete üyeleri Pete, Georgie ve Aptalof'ın Alex'i satmasıyla başlıyor.

Romanın ikinci bölümünde de Alex'in hapishane hayatına şahitlik ediyoruz. Dönemin iktidarı, toplumdaki şiddeti en aza indireceğini ve yerini sağlamlaştırma peşine düşmesiyle Ludovico deneyi mahkumlarda uygulanmaya başlar. Bu deneyin deneği de kaçma planları yapan Alex için bir umut olur. Ancak işler Alex'in tahmin ettiği gibi ilerlemiyor. Hikayenin geri kalanı şimdilik sürpriz olsun. Okumayanlar için spoiler vermeyelim! Ayrıca romanı okuduktan sonra filmini de izlemenizi öneririz. 

Otomatik Portakal filmi, Anthony Burgess'ın aynı adlı romanından uyarlanmış olup, 1971 yılında Stanley Kubrick tarafından yönetilmiştir. Film, Burgess'ın distopik evrenini ve karakterlerini sinemaya taşırken hem görsel hem de tematik açıdan dikkat çekici bir yapım olmuştur. Film, cesur renk paleti, yaratıcı sahne tasarımı ve ikonik kostümlerle doludur. Ayrıca, Ludwig van Beethoven'ın müziği, Alex'in karakteriyle güçlü bir bağ kurarak önemli bir rol oynar. Şimdiden keyifli izlemeler dileriz.

Peki siz Anthony Burgess'in Otomatik Portakal romanını okumuş muydunuz? Sizce insanın özgür iradesi kontrol edilebilir mi? Yorumlarda buluşalım!

Parti adlarının bir önemi yoktur. Özgürlüktür önemli olan.


Ben bir OTOMATİK PORTAKAL mıyım yoksa?


Karşımdaki güçler bağırarak konuşurken ben sadece fısıltıyla direnebiliyorum.


İyilik kişinin içinden gelir 6655321. Kişi iyiliği seçebilmelidir. Kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.


Bizler renksiz çay gibiyiz,
Demimiz az suyumuz çok.
Halimiz kötü; açız biz.
Bize bakan, bizi seven kimsemiz yok!


Neden "iyiliğin kökeni" ni incelemezler, araştırmazlar? Herkesin derdi "kötülük" ya da "iblisliğin kökeni".


Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine hâline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum.


Ne biçim dünya bu be! İnsanlar aya gidiyor. Elektriğin çevresinde dönen tatarcıklar gibi dünyanın çevresinde vızır vızır dönüyor uydular ama burada şu garipler köşesinde ne yasa var ne de zavallıyı koruyan, onu düşünen biri...


Umutsuzluk Caddesi'nden geçerek Tükeniş Sokağı'na saptık.



18 Ekim 2024 Cuma

Masumiyet Çağı | Edith Wharton

Ekim 18, 2024 1
Bugün siz okurlarımızı 1870'ler New York atmosferine götürüyoruz. Edith Wharton'ın 1920'de kaleme aldığı Masumiyet Çağı (The Age of Innocence), Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Roman, 19. yüzyıl sonlarında New York'un üst sınıf toplumunun tutucu ve katı normlarına karşı bireylerin özgürlüğünü sorgulayan etkileyici bir hikâyeyi sunuyor.

Romanın detaylarına geçmeden önce aramızda Edith Wharton'ın Masumiyet Çağı'nı okuyanlar varsa aşağıdaki yorumlar bölümüne kitaba dair görüşlerinizi bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız!

Masumiyet Çağı Romanının Konusu

Masumiyet Çağı'nın konusu: Masumiyet Çağı, özellikle 1870'ler New York sosyetesini merkezine alır. Romanın baş kahramanı Newland Archer, geleneklere ve sosyal beklentilere uygun olarak nişanlandığı May Welland ile evlenmek üzeredir. Ancak, May Welland'ın kuzeni Ellen Olenska'nın Avrupa'dan New York'a geri dönüşü ve özgür ruhuyla toplum normlarına karşı duran tavrı, Archer'ın yaşamını kökten değiştirir. Ellen, Archer için yasaklanmış bir meyve gibidir; toplumsal normların dışında bir hayatı temsil eder ve bu, Archer'ın içinde saklı kalmış arzuları açığa çıkarır.

Dipnot: Şimdiden romanı okuyacak okurlarımıza bir uyarıda bulunmak isteriz. Romanın konusu çok akıcı gelse de okuduğunuz zaman biraz zorlanabilirsiniz. Çünkü romanda birçok karakter var ve bu karakterler 1870'li yılların New York sosyetesini detaylı anlattığı için bir nevi Rus edebiyatı okuyormuşçasına karakterleri aklınızda tutmakta zorlanabilirsiniz. Ama romanın asıl konusunu Newland Archer, May Welland ve Ellen Olenska arasında geçiyor. Şimdiden keyifli okumalar dileriz.

Yazar Wharton, sosyetenin ahlaki değerlerinin ve kurallarının bireyler üzerindeki baskısını oldukça incelikli bir şekilde tasvir eder. Wharton'ın kendisi de bu dünyada yetişmiş, ancak sonrasında bu normlara eleştirel bir gözle bakmayı öğrenmiş bir yazardır. Roman boyunca bu katı sosyal yapının, bireysel özgürlükler üzerindeki kısıtlayıcı etkisini, Archer'ın içsel çatışmaları aracılığıyla güçlü bir biçimde yansıtır. Toplumun kuralları, karakterlerin hayatlarını bir kafes gibi sararken, karakterler de bu kafesin dışına çıkmaya cesaret edemezler.

Masumiyetin Ardındaki Gerçeklik!

Romanın başlığı, toplumsal normların "masumiyet" kelimesi altında nasıl bireylerin arzularını bastırdığını ve onları kalıplara soktuğunu simgeler. Bu toplumsal düzen, ahlaki ve masum görünse de bireyin gerçek duyguları ve arzularıyla yüzleşmesine izin vermez. Wharton, özellikle Archer karakteri üzerinden, bu masumiyetin yanıltıcı olduğunu ve aslında bireylerin içsel yaşamlarına derin bir yabancılaşmaya neden olduğunu vurgular.

Romanın başkarakterlerinden olan Ellen Olenska, bu toplumsal yapının dışında kalan bir figürdür. Avrupa'dan boşanmış bir kadın olarak döner ve sosyetenin baskılarına boyun eğmeyi reddeder. Ellen'ın karakter yapısı Archer için bir özgürlük umudu olsa da yazar Wharton, Archer'ın cesaretinin bu umudu gerçekleştirmekte yetersiz kaldığını gösterir. Toplumun normları o kadar güçlüdür ki bireyler arzularına rağmen bu normları aşmakta başarısız olur.

Roman, New York'un hızla modernleştiği, ancak eski aristokratik değerlerin hâlâ güçlü bir şekilde varlığını sürdürdüğü bir dönemde geçer. Wharton, bu dönemi sadece bireysel ilişkiler üzerinden değil, toplumsal yapının genel dönüşümü üzerinden de tartışır. Roman, eski ile yeni arasında sıkışmış bir toplumun portresini çizer. Bu durum karakterlere de yansımıştır. Örneğin Archer karakteri eski aristokratik değerleriyle yaşamını şekillendirmeyi istemeden devam ettirmesi buna örnektir. Öte yandan Ellen Olenska ise, modern dünyanın temsilcisi olarak bu çatışmanın merkezinde yer alır. Ancak, Archer'ın içsel ikilemleri ve topluma olan bağlılığı, onu gerçek bir değişimden alıkoyar. Bu iki karakter aracılığıyla yazar bize gelenek ve modern çatışmasını gözler önüne serer.

Peki siz Edith Wharton'ın Pulitzer Ödülü alan romanı Masumiyet Çağı'nı okumuş muydunuz? Okuduysanız roman hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım!

Hepimiz katlanmış kâğıt bebekler kadar birbirimize benziyoruz. Duvara çizilen şablon desenler gibiyiz.


Gerçek yalnızlık, insanın yalnızca taklit yapmasını isteyen bütün bu insanların arasında yaşamasıdır.


Kadınlar özgür olmalı. En az bizimki kadar...


Birbirlerine bağlı insanların uzun yıllar birlikte yaşamış olmanın da getirdiği bir şeydi sözcük dağarcıklarının dahi aynı olması.


Sanki sözcükleri nadir bir kelebekti ve en ufak bir hareketle ürkek kanatlarıyla uçup gidecek; rahatsız edilmediğinde ise çevresine o kelebeklerden toplanacaktı.



Tüm telif hakları Konumuz Kitap web sayfasına aittir. İzinsiz hiçbir şey kopyalanamaz, yayınlanamaz. Blogger tarafından desteklenmektedir.