Suzan Defter | Ayfer Tunç

Konumuz Kitap
0
Ayfer Tunç'un kalemiyle tanıştığımız Suzan Defter romanını sizlerle paylaşmak istedik. Eğer Ayfer Tunç'un romanlarını daha önce okuma fırsatınız olmamışsa ya da romanlarına en kısa zamanda başlamak istiyor ve hangisini okuyacağınıza karar veremiyorsanız "iki sesli bir günlük" olarak tasvir edeceğimiz Suzan Defter romanı sizin için çok güzel bir başlangıç olacaktır.

Kitabımıza geçmeden önce aramızda daha önce Ayfer Tunç'un Suzan Defter romanını okuyanlar varsa kitaba dair görüşlerinizi aşağıdaki yorumlar bölümünden bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız.

Suzan Defter Romanının Konusu

"İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?"
"Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz."
"Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?"
"Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz."
"İyi ya boş değildi kucağım."
"Ama yandınız, kül oldunuz."
"Ama vardım, kül bunun kanıtı."

12 Eylül'ün gölgesinde boğulan bir aşk hikâyesi... Yaşamın kıyısında seyirci olmaktan öteye gidememiş bir erkek... Birbirinin ışığıyla kamaşan iki ayna arasında parçalanan bir kadın... Başkasının gözünde nasıl göründüğünü, iki günlük üzerinden anlatan deneysel bir çalışma. 

Modern zamanların karmaşık insanlık halleri Ayfer Tunç'un usta kaleminden unutulmaz bir edebiyat şölenine dönüşüyor. Suzan Defter, daha önce öykülerinden biri olduğu Taş-Kâğıt-Makas'tan azat olmuş, tek başınalığı hak etmiş bir eser.

Ayfer Tunç’un özgün anlatımıyla kaleme aldığı Suzan Defter, yapısı ve anlatım tekniğiyle dikkat çeken bir roman. Kitap, iki farklı karakterin iç dünyalarını ve geçmişle hesaplaşmalarını, sıra dışı bir kurgu ile sunuyor. Romanın belki de en ayırt edici özelliği, sayfa düzeninde saklı: Sol sayfalar Ekmel Bey'in günlüğüne, sağ sayfalar ise Derya'nın günlüğüne ayrılmış durumda. Bu yapı, iki karakterin aynı olayları farklı bakış açılarından anlatmalarına imkân tanırken, okuyucuya da olayları çift yönlü deneyimleme fırsatı veriyor.

Peki romanın ismini veren Suzan kim? Aslında roman boyunca biz Suzan'ı, Derya'nın arkadaşı ve abisinin sevgilisi olarak Derya'nın günlüğünden tanıyoruz. Derya ile Suzan'ın karmaşık ilişkisinin sebebi de Derya'nın abisi. Bu üçlü arasındaki karmaşık ilişkiyi en net biçimde Derya'nın günlüğünde şahit oluyoruz.

Karmaşık İlişkiler, Geçmişin Pişmanlıkları ve Kayıplar...

Roman, geçmişin izlerini silmeye çalışan iki yalnız karakterin hikâyesini anlatıyor. Ekmel Bey, geçmişinde yaşadığı kayıpları ve pişmanlıkları günlüğüne dökerken, Derya da kendi içsel yolculuğunu kaleme alıyor. Bu iki anlatının birleşiminde, kaderin, tesadüflerin ve kaçınılmaz olanın yarattığı duygu yoğunluğu hissediliyor.

Ayfer Tunç, Suzan Defter ile yalnızlık, kayıplar ve hayatın kesişen yolları üzerine derin bir metin oluşturuyor. Okuyucu, farklı anlatıcıların gözünden olayları yorumlama fırsatı bulurken, aynı zamanda anlatının içinde bir dedektif gibi ipuçlarını birleştirmeye çalışıyor. Bu da romanı sıradan bir günlük anlatımından çıkarıp, edebi bir deneyime dönüştürüyor.

Eğer farklı anlatım teknikleriyle kurgulanmış, duygu yoğunluğu yüksek bir roman arıyorsanız, Suzan Defter kesinlikle okunması gereken kitaplar arasında yer alıyor.

Dipnot: Ayfer Tunç'un kaleminden okuduğumuz ilk kitaptı. O kadar etkileyici bir kitaptı ki... Farklı bir anlatım tekniği var ve karakterlerin yaşadıkları o kadar iyi yazıya geçirilmiş ki... Ama uyarımızı şimdiden yapalım, bu romanı ister sadece sol sayfaları Ekmel Bey'in günlüğünü, isterseniz de sadece sağ sayfaları okuyarak Derya'nın günlüğünü okuyabilirsiniz. Ayrıca kitabı incelediğinizde fark edeceksiniz ki günlüklerin tarihleri paralel ilerliyor. Sadece sol - sağ günlüklerini okuyarak ya da tarihsel paralelliği baz alarak iki günlüğü birden okuyabilirsiniz.

Peki siz Ayfer Tunç'un Suzan Defter romanını okumuş muydunuz? Okuduysanız kitabın anlatım tekniğini nasıl buldunuz? Günlükleri hangi yöntemle okudunuz? Yorumlarda buluşalım!

Bir kere daha deneyecek gücü kalmamış iki aşığın halinde benzettim halimizi. Az sonra kapı kapanacak, ağlayacağız.


Biraz da bizi saran -yok saydığımız- hayattan konuşalım. İçimize hapsettiğimiz hayatı konuştuğumuz yeter.


Ben de, hayata çaldığımız maya tutmadı abicim dedim gözlerimle. Güzel olacağından emin olduğumuz günlerin gelip bizi bulacağına inandığımız hayatımızı yarıladık çoktan. Güzel olacağından emin olduğumuz günler gelip bizi bulmadı. Ama korkma, sırrını vermem evinin odalarına.


Birbirinden habersiz olan arzla talep, haberdar oldular dün. Ben arz, o talep.


İnsan ya kendi kendine konuşur ya da kendi kendine yazar. Kendi kendine konuşmayı makbul saymazlar. Oysa ne fark var ki arada?


Ölüme hitaben başladığım defterin iri harflerle yazarak dolduracağım kalan sayfalarının anafikri: ölmek: sen ne zor bir tecrübeymişsin meğer olacak.


Belki de bir türlü yaşamadığımız için bu karar büyüdü aşk. Aslında kısa bir şeydi, zamana yayıldı. Garip bir hikâye...


Ağladığını hissettirmemek çok zordur. Gözlerinden yaş akar, burnunu çekmemek için ağzından soluk alırsın. Verdiğin sıcak soluk yüzünü sızlatırken, aldığın soğuk soluk boğazından geçer, kalbine iner. Omuzlarının titrediği hissedilmesin diye kaskatı kesilirsin. Ağladığını duyurmamak çok yorar insanı.


Ne gelir elimizden insan olmaktan başka...


Mutlu ailenin tarifi üç aşağı beş yukarı aynıdır ama bir de mutsuz ailelere bak, hiçbiri diğerine benzemez.


Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzüne...


Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, her iki parça ayrı ayrı yaşamaya devam eder. Bir zamanlar tek parça değilmiş gibi tanımaz birbirini parçalar.


Bir ev nedir? diye düşündüm: kardan yağmurdan korur insanı, penceresi vardır, dışarıya bakarsın ama dışarıda değilsin, hem hayata aitsin hem kendi fanusundasın. Yine de bir ev nedir?


Dağ gibi yığıldıkça defterler, geçmiş geri gelmiyor. Sızı duruyor durduğu yerde.


Şu şehir, insanı ne tuhaf hale getiriyor.



Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)

#buttons=(Ok, tamamdır) #days=(20)

Sayfamızda daha iyi bir deneyim için çerez politikası uygulanmaktadır. Check Now
Ok, Go it!