Suzan Defter romanıyla kalemini tanıdığımız Ayfer Tunç'tan okuduğumuz ikinci kitap Dünya Ağrısı oldu. Türkçe edebiyatın sözünü sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir romanla karşımızda.
İnsanın iç dünyasındaki acılarla toplumsal gerçekleri harmanlayan güçlü bir roman olan Dünya Ağrısı'nı eğer okumadıysanız mutlaka okuma listenize eklemelisiniz.
Romanın detaylarına geçmeden önce aramızda daha önce Ayfer Tunç'un Dünya Ağrısı romanını okuyanlar varsa aşağıdaki yorumlar bölümünden romana dair görüşlerinizi bizlerle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınızı dört gözle bekliyor olacağız.
Dünya Ağrısı Romanının Konusu
Roman, küçük bir kasabada babasından kalan oteli işleten Mürşit'in hikâyesini merkeze alır. Mürşit, geçmişindeki acılarla yüzleşmekten kaçınan, kendi içinde sıkışıp kalmış bir karakterdir. Mürşit, her geçen gün tamahkarlaşan bir şehirde, gerçek dostluğu İstanbul'da bıraktığı hayaletlerden kaçarak Mürşit'in oteline sığınan Madenci'de buluyor. İki arkadaşın dünya algısı, okuyucuya Türkiye tarihindeki utanç sayfalarının adeta bir özetini sunuyor.
Yaşadığı coğrafyanın ve toplumun ağırlığını omuzlarında hisseden Mürşit, yalnızlığın ve yabancılaşmanın izlerini taşır. Roman boyunca, bireysel ve toplumsal travmalar iç içe geçerken okur da bu melankolik atmosferin içine çekilir.
Ayfer Tunç, romanında "dünya ağrısı" kavramını yalnızca bireysel bir melankoli olarak ele almakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal bir çöküş ve unutulmuşluk hissi olarak da işler. Göç, kayıplar, aidiyet duygusu ve yüzleşme romanın öne çıkan temaları arasında yer alır. Küçük kasaba atmosferi, karakterlerin ruh hâlini destekleyen kasvetli bir fon oluşturur.
İçsel ve Toplumsal Acılar Üzerine Bir Roman
Yazar, bireyin geçmişiyle hesaplaşmasını, yalnızlığı ve hayatın ağırlığını etkileyici bir anlatımla okura sunuyor. Kitap, karakterlerinin derin psikolojik çözümlemeleriyle, okurun kendi hayatı ve seçimleri üzerine düşünmesini sağlıyor.
Dünya Ağrısı, modern edebiyatımızda bireysel ve toplumsal melankoliyi başarılı bir şekilde birleştiren nadide eserlerden biridir. Ayfer Tunç, romanında yalnızca bir bireyin değil, toplumun da içinde bulunduğu açmazları ustaca gözler önüne serer. Okuyucuya derin bir sorgulama imkânı sunan bu eser, edebi açıdan güçlü bir metin okumak isteyenler için kaçırılmaması gereken bir roman.
Dipnot: Roman hayatın ağırlığı, yalnızlığı, melankoliği yoğun olarak yer vermesinden dolayı ilk başta okurken hayattan zevk alma seviyeniz minimuma düşebilir. Ayfer Tunç'un anlatım dili güçlü ve yoğun bir duygu aktarımı içermesinden dolayı romanı okurken özellikle de Mürşit'in içine kapanık ve hayatla bağını koparmış bir karakter olduğunu fark edeceksiniz. Aynı zamanda otele sığınan Madenci'nin (adı Uzay ve aslında mühendis) yürek burkan hikayesini ve Mürşit'le olan dert ortaklığını okurken onlara eşlik edeceksiniz.
Mürşit'in eşi Şükran kızı Elvan ve oğlu Özgür karakterleri de aslında hikayenin önemli karakterlerinden. Ana karakterimiz Mürşit eşi Şükran'a haksızlık yaptığını sıklıkla dile getirirken kendisinin zamanında yapamadığını (tekrardan kasabaya zorla dönmesi ve İstanbul hayallerinin yarım kalması) oğluna zorla yaptırmaya çalışıyor. Aslında Özgür'ün oteli işetme konusunda ne kadar heyecanlı ve istekli olmasına karşılık Mürşit oğlunu kasabadan uzaklaştırmak istiyor.
Romanı okurken en çok Madenci'nin hikâyesini merak ediyordum. O hikayenin ardında da neler varmış: yarım kalan hayatlar, karşılıksız sevgiler... Spoiler vermeyelim! :) Ama mutlaka okumanız gereken bir roman.
Peki siz Ayfer Tunç'un Dünya Ağrısı romanını okumuş muydunuz? Okuduysanız Mürşit ve Madenci hakkında neler düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım!
İnsan bir uçurumdur.
Hayat kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir.
Sana tutunuyordum, kopardın.
Aşırı sevilmek insanı süründürüyor.
İnsanın bu ülkede polisle başının derde girmesi için bir şey yapması şart değil.
Dünya bir gölgelik Mürşit. Soluklandık, gideceğiz, gerisi boş...
Hayatın bir anlamı yoktur ama yaşamak hayata bir anlam verme uğraşıdır.
Anlamak her şeyi değiştiriyor.
Yaşamak böyle bir şey değil mi zaten baba... Dinmeyen bir ağrı.
Burada dünya ağrısını dindirecek bir yer var mı? Dünyada dünya ağrısını dindirecek bir yer var mı? Yok. Dünyanın kendisi ağrı.
Herkes bir şey yapıyor diye düşündü. Kötülük için. İyilik için. Acısını unutmak için. Kaçmak için. Ben kıpırdayamıyorum.
Hasta bir dünyanın hasta insanlarıyız.
Dünya aslında karanlık bir rüya, bir kâbus, akıl almaz bir boşluk, karadeliğin ta kendisi.
Anlatmak acıyı gidermiyor ama uyuşturuyor.
Normal insanlar huzurla, herhangi bir vicdan sızısı duymadan uyurlarken Madenci ve ben ve bizim gibiler dünyanın derdi denen soyut, tarifsiz bir yükü çekmeye yazgılıyız.
Topluca işlediğimiz günahlar bedeli ödenmedikçe ikramiyesi gelecek haftaya devreden piyangoya benziyor. Bir gün hepimize büyük ikramiye çıkacak, o zaman topluca günahlarımızın altında kalacağız.
İnsan yeryüzü kadar ağır bir yükü bir kadehin başında sırtından indirebiliyordu, hiç böyle şeyler olmamış, o korkunç an hiç yaşanmamış gibi zamanın kuyruğuna takılıp gidebiliyordu. Tamam, eksiliyordu, tükenmekle arasında bir adım kalıyordu ama devam edebiliyordu.
Yaşanmıştan kurtulmak yok. Unutup kurtulmak yok. Toprağa girene kadar peşini bırakmıyor yaşanmış olan.
Anlayabilmek için anlatılacakların olgunlaşmasını beklemek lazım. Bir acıyı zamansızca anlatmak dokusunu bozar, beklemek lazım.
Birbirleri için mecburiyet olan baba oğul, birbirlerinin cezası haline geldi.
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım.
Bir gün şehir dediğin şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama bunu çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri hâline gelecek.
Yazmayı başaramadığı sözlerin bir dinleyeni var artık. Kelimeleri özgürlüğe kavuştu.
Hayatı yürütmenin en kolay yolu bu diye düşünüyor şimdi, anlamazdan gelmek, görmezden gelmek, duymazdan gelmek. Hayatı böyle devam ettirebiliyor. Olmuşları olmamış farz ederek ya da tam tersi...
Hayat başı sonu belirsiz, bulut gibi dağınık, ansızın yön ve biçim değiştirme yeteneğine sahip bir şey. Hayat tanımlanamayan bir şey. Hatta belki sadece bir fikirdir hayat, daha ötesi değildir. Böyle tanımsız bir bulutta nasıl bir yol olabilir ki?
Ruhunun yorgunluğu varlığının bir parçası oldu çoktandır.
en sevdiğim yazarlardan ve bu romanı da ne güzel :)
YanıtlaSil